“Çocuklar tekinsizdir, annelerse uçurum; olur olmaz düşülür.”
Yalçın Tosun
Gerçeği unuttum, doğruyu arıyorum. Böyle yazıyorum önce. Anlaşılması zor bir metin, hep kuyular mı doğurur ağzımda? Bilemiyorum. Çok karakterli bir öykü olsun istiyorum, mümkünse tabii, deniyorum. Recep Dayı’nın “yalandan korktuğum kadar yılandan korkmam…” dediği anla başlıyorum önce. Orada, upuzun bir düşünce. Beni bulup buluşturan. İyi ama kiminle? Bulamıyorum. Yine de soruyorum: İnsanın yalnız tarafına ne yapmalı?
Her şeyin mizahı yapılmazın bile mizahı yapılıyor bu memlekette, şaşıyorum. Düşünüyorum, benim babam beyken Nurettin neden efendi, bunu düşünüyorum. İsim, bir kimsenin kaderinde belirleyici midir? Bahçıvan Berk var mıdır veya kapıcı Mert? Bunu da düşünüyorum. Olduğu şekliyle birini kabul ettikten sonra olduğu şeklinden dolayı o birini artık kabul etmemeye başlamak… Paralı heriflerin adı hep mi Mümtaz? Son olarak bunları da düşünüyorum.
Önüme düşen bir haber, hop diyor ve aralanıyor düşüncelerim. Zihnimden geçen şeyleri bölen bir haber: İşten çıkarılan işçi, itiraz için mahkemeye başvuruyor. Öldükten sonra mahkeme sonuçlanıyor ve mahkemeyi kazanıyor işçi. Peh, diyen bir yanım. İlenti. İç içe. Öleceğim ben de. Duygusu fena, ölecek olmanın. “Bir işçinin probleme dönüştüğü matematik”gelecek aklıma.
Ah! Burada duracağım. Birkaç isim daha ekleyerek genişletiyorum burayı, tam da bu öyküyü. Sözgelimi Meftune, Hamak Recai, Mısra, Meliha. Sarı kola içen işçilerin lakırdıları sonra. “Burhan Abi, ne yapıyoruz burada?” diyen Necati’ye “hiç…” diyorum, tam da burada. Kendi öykümü yaratmış olmanın yavanlığı. Ve rahatlığı tabii, oradan oraya sarkmanın. Mümkünse mümessil olmak istiyorum burada yahut bir müteahhit.
Soruyorum: durum öyküsü mü öldürecek beni yoksa olay öyküsü mü?
Dışarı çıkıyorum ve Muharrem demeye çalışır oluyor biri. Esasında “Mo’rem…” gibi işitiyorum bu sesi. Garipsiyorum, bir yanımla. Bir tarafım, aşinaymış gibi tüm olanlara; öte tarafım, yabancılıkta. Ve yapayalnız. İnsanın yapayalnız tarafına ne yapmalı?
Sorunca Tevfik’e, Sabri’ye, Kenan’a ve mahallede fink atan ergen çocuklara. Başka cevaplar vereceklerdir. Ah ölme isteğine baskın olan şeyler. Ve kimseler ve bir daha şeyler. Ne gibi şeyler?
Şeyler… Öldürme isteklerini, kendine doğrultan silah gibi. Yeni bir yaşam icadına el sallamak gibi, öyle uzaktan uzaktan. Başka birinin ağzından bunları dile getirince bu öykünün arka metninde, buranın okunulduğunu varsayınca, diyalogun devamında, “sakınca böyle şeyler yapma Muhittin,” demiş olacak toparlak yüzüyle Tevfik. Sonra o müzmin soruyla kanatacak karşısındaki: “hem ne diye yapacakmış ki?” “Elesine…” diyecek Sabri, “elesine yapacağım.” Bu öykünün kırıldığı yer de burası ya. Muhataplar artacak ya da ne bileyim çift isimli olacak bu olaydaki karakter. Kimleri ona Muhittin diyecek, kimileri Sabri. Ve “öylesine” demek yerine “elesine” diyecek. Şive, olmazsa olmaz, malum.
Buradan çekip gideceğim ben. Öyküyü de yanıma alarak gideceğim. Sümüklü bir börtü böcek gelecek aklıma. Uzaklar, hep sümüklüdür, malum. Yadırgayacağım. “Ey içimde nüfusu patlayan köy!” diyeceğim. Bir kedere daha ev sahipliği yapacak bağrım. İnsanlara bakacağım sonra, inandıklarından başka bir şeyi dile getiren insanlara… İnkâr eden insanlara. Dayak yiyen insanlara. İnkâr eden insanlara. Dışlanan insanlara. İnkâr eden insanlara ve sonunda (öykünün değil yalnızca inancın sonunda) deli damgası yiyen insanlara.
Afiyet olsun diyecek, esnaf lokantasında yemekleri tabaklara boşalttığı esnada bıyıklarını burkan kıdemli aşçı. Ah benim eşek arısı sokmalık dilim! Neden şef demezsin ki burada?
Giderek genişletmeden öyküyü, evden dışarı adım atamazken biz, dedem ölecek. Dedem, yine mi ölsün? Emin değilim. Uğultulu annem, (anne şart, baba alt metinde) üzülürken hındey bo mırın, hındey pet mırın (bazıları uğruna ölüyor, bazıları onunla ölüyor) diyecek. Canına okuyacağım hayatın, herkesi içine kattığım bu öyküyle. Hangileri doğru, bilmiyorum. Bilsem de bir yerinde öykünün, akıtacağım. Kimse bulamayacak. Okuyup durulacak bu. Okunup durulacak.
Durulacak. Öylece. Düşünülecek belki de. “Neyi kaçırdık ki?” sözleri sonra. Aslında hiçbir şeyi, diyen iç sesleri sonra. Eksiğinden ziyadesi fazlası olacak bu öykünün. Ağırlığı da oradan gelecek.
Soracağım yine, çok karakterden güç alarak: İnsanın yalnız tarafına ne yapmalı?